Benden & Bizden Hikayeler

Ne yesek?

19 Nisan 2015 Pazar

Mücver : Çocuğa sebze yedirmenin kolay yolu

Başlık zaten herşeyi özetliyor... Yiğit'e bu kadar kolay bir şekilde kabak, havuç, lahana ve patates yedirdiğim hiç olmamıştı. İçindeki bol yeşillik ve yanındaki yoğurt da ekstrası...
Yani her zaman söylemem bilirsiniz, bu kez hatasız ve enfes bir lezzet çıktı ortaya, ben bayıldımmn!

Malzemeler:
2 orta boy kabak
2 orta boy havuç
1 patates
1 avuç içi kadar beyaz lahana
5 dal yeşil soğan
Birer avuç dolusu maydonoz ve dereotu, hatta varsa birkaç dal roka
3 yumurta
5 yemek kaşığı kadar un
1/2 paket kabartma tozu
Tuz, karabiber, nane, çörekotu, kırmızı biber ( isteğinize göre )
1/4 çay bardağı zeytinyağı

Hazırlanışı:
Kabak, havuç, patates ve lahanaları rendeliyoruz. Yeşil soğan ve yeşillikleri doğruyoruz. Üzerine yumurtaları, un, kabartma tozu, tuz, yağ ve baharatları ekleyip iyice karıştırıyoruz. Birer yemek kaşığı karışımı yuvarlak şekilde teflon  tavada yayarak, az yağda (yapışmayacak kadar) pişiriyoruz.




Çok yağda kızartmadığınız için mücverin içi nispeten az pişmiş ve yumuşak kalıyor ve rendelenmiş sebzelerin tek tek tadını alabiliyorsunuz. Bu sebeptendir ki tadı sebzeli çin böreğine de pek bir benzemişti. Hal böyle olunca, yoğurt ne kadar yakışıyorsa mücverin yanına, soya sosu da bir o kadar yakıştı...
Afiyet olsun:)





Bir Doğum Günü Kurabiyesinin Dramı



Şunu bilir şunu söylerim, ne oldum değil ne olucam diyeceksin... Benim kurabiyelerin dramı da işte böyle başladı.
Geçen haftasonu Yiğit'in doğumgünü vardı. Dışarıda bir restoranda yaptık organizasyonu, herşey hazır hiç yorulmama, sıkılmama gerek olmayacak şekilde. Misafir gibi gidicem, sünnet çocuğu annesi gibi kasılıcam, garsonlara üç beş yön vericem. Sonra oohhh gelsin pastalar, fotoğraflar, kutlamalar...

Ama sonra bir kurt düştü içime! Bizim annelerimizi senelerdir delik deşik eden bu kurt beni de ufak ufak kemirmeye başladı...
Ama bu kadar hazırcılık benim gibi bir anneye yakışır mı? Tamam çalışan bir anneyim ama ele güne ayıp olmaz mı bu kadar rahatlık? Restoranda da kutlama yapıyor olsam, elimin lezzeti!! değmeliydi kutlamaya :) En azından şekilli ve lezzetli doğumgünü kurabiyeleri yapabilirdim...

Bu şevkle malzemelerimi toparladım hatta işin en başında kurabiyeleri royal icing ile kaplayıp, harika görseller çalışmayı bile planladım!! Sonra silkindim ve kendime geldim: Tamam daha basit düşünmeliydim. Sürprize mahal vermeyen çok basit ve lezzetli bir kurabiye tarifimi çalışmaya başladım.

Malzemeler:
125 g tereyağı
2 su bardağı un
1 su bardağı pudra şekeri
1 yumurta
1 paket vanilya
1 çay kaşığı tarçın
Yeteri kadar Smarties (minik bonibonlar)

Hazırlanışı:
Oda ısısndaki tereyağını, pudra şekeri ve yumurta ile bir kapta karıştırıyoruz. Sonra üzerine un, vanilya ve tarçını ilave edip güzeeelce yoğuruyoruz. Hamur kulak memesi! kıvamına gelince şekillendirmeye hazır oluyor. Hamuru iki yağlı kağıt arasında merdane ile 7-8 mm inceliğinde açıp, kalıplarla şekil veriyoruz. Üzerine şekerlemeleri yapıştırıp, 170 derecede önceden ısıtılmış fırında pişiriyoruz. Çok kolay ve hızlı pişiyor, aman üstünün kızarmasını beklemeyin!


Ama, tek bir küçük hata herşeyi altüst edebiliyor. Öğrenciyken teknik resim dersinden de ite kaka geçmiş, mühendis diplomalı ben!!, 7-8 mm açılması gereken hamuru 2-3 mm açmış olmalıydım ki fırından kurabiye çıkmasını beklerken, sevimli bisküvilerle karşılaştım!!??? Zaten hamuru şekillendirme ve tepsiye koyma kısmı da bu sebepten olsa çok sancılı geçmişti.. Kabartma tozu bile koymadığım bir hamurun pişerken kabaracağını mı hayal etmiştim acaba?? :)

Yapacak birşey yoktu, herşeye rağmen çok lezzetlilerdi.. Güzel bir tabakta güzel bir sunumla hala çok çekici duruyorlardı.

Utanmadım, restorana da götürdüm kurabiyeleri, pardon bisküvileri!! Şaşırdım ben de ama çok beğenildiler! En çok da 1,5 yaşındaki minnoşumuz Sare beğendi :) Aynı zamanda ideal bir diş kaşıyıcıydılar çünkü!! :))) Ve işte o herşeyi hazır, kurabiyesi de bisküvi olan doğumgününden diğer birkaç kare...
Mutlu Yılların olsun oğluşum, annen sana kurabiye de pişirir elbet !:)








 

Hasta ve Ayakta

Hafta içi hastaydım, evet hem de çok hasta... Tarifsiz bir baş ağrısı yakamı bırakmadı aralıksız iki gün.. Grip mi olucam derken neyse köşesinden döndüm. Bu gibi durumlar evli ve çocuklu bir ailede başa gelebilecek en talihsiz olaylardan biridir. Zira, eş ya da evlat hasta olabilir ama evin annesinin böyle bir hakkı yoktur. Hasta eş ve çocuklar, anne tarafından en mükemmel şekilde bakılır. En terbiyelisinden tavuk suyuna çorbalar yapılır, ıhlamurlar kaynatılır, ilaç saatleri itinayla takip edilir. Peki ya anne hasta olduğunda?

Valla yazmak bile gelmedi içimden ne kadar çaresiz kaldığımızı böyle hastalık zamanlarında.Sürüne sürüne kendi çorbanızı kaynatırsınız, çocuk eteğinize yapışık vaziyettedir hep. Mutfakta dünden kalan bulaşıklar:((( ve yine de inleye inleye işe gidersiniz...
Aman siz siz olun, sıkın dişi iyi bakın kendinize.


Aslında, benim bu kış mucizem D vitaminiydi. Kemik gelişimine faydalıdır diye genel geçer bilgim vardı ama faydaları saymakla bitmiyormuş. Kışın başı öyle zor geçiyordu ki iki haftada bir başım gripten yastığa düşüyordu. Bağışıklığım yerlerdeydi... Sonra tesadüfen farkettik; D vitamini seviyem ciddi eksiklik sınırının da altına inmiş:( Malum plaza çalışanıyım, sabah güneş doğmadan evden çıkıp akşam karanlığında eve girince güneş ışığı bir hayal.. D vitaminini de en etkin şekilde alabileceğimiz kaynak, tam öğle vakti 12-1 arası direkt (koruyucusuz) olarak güneş ışığına maruz kalmak. Aslında yaman bir çelişki bu, güneşin zararlı ışınlarından en çok sakınmamız gereken zaman diliminden bahsediyorum. Ama çok değil 15 dakika kollarımızı açsak güneşe, olur bu iş. Doldurabiliriz D vitamini depolarımızı.. Sonuç olarak her gün 15 dakika bu güneşin altında yürüyüş yapmıyorsan bil ki D vitamini eksikliğin var. Ve söylenene göre dünyanın yarısında bu eksiklik varmış!! Tabi kışın ortasında güneş bulmak zor, gıdalardan almak da o kadar kolay değil, bu sebeple D vitamini takviyelerine verdim kendimi. Bu kadar mı hızlı sonuç alınır? Stresimin azaldığını, sinir sistemime iyi geldiğini söyleyebilirim.. Bağışıklık sistemimde de ciddi bir iyileşme oldu o süreçte, hiç kış hastalıklarına yakalanmadım. 
Aslında genel yaklaşımım takviyelerden, vitaminlerden uzak durmak tarafındadır. Vitamini, minerali gıdalardan, doğal yollardan almak en ideali, ama böyle inadı bırakmayı gerektiren durumlar da olabilir tabii...
Eh, bundan sonra güneş bizimle, fırsat bulup kaçıcaz öğle vakitlerinde. Hadi o zaman, sağlıkla mutlulukla başlayalım bahara :)


17 Nisan 2015 Cuma

“ İçerdeki Çocuklara” Anaokulu


11 Nisan 2015 Cumartesi

O odada neler oluyor?

AVM Bebek bakım odası deyip geçmeyin... 
En koyu ve en geçici dostlukların kurulabildiği nadir alanlardan biridir. Bir daha görmeyeceğinizi bildiğiniz insanlarla neler neler paylaşıp ve sonra hiç birşey olmamış gibi çıkıp kapıdan gidersiniz... Onbeş yirmi dakika içinde onlarca paylaşıma, kıyaslamaya ve kıskançlığa şahit olursunuz!!! 

Hele birde aynı anda 7-8 kişinin kullanabildiği odalardan birindeyseniz, ortamın kadınlar gününe dönmesi an meselesidir: 
"-Ay maşallah sizinki kaç aylık?"
Bu gibi durumlarda, 4 aylık bebeğe "-6 aylık teyzesi" demek adettendir.. Nazar değmesin aman..
Sonra, aynı anda emzirmeye başladığınız bir anne ile gizliden gizliye bir takip başlar, bırakmak istersiniz emzirmeyi ama o hala devam etmektedir, "-neyse az daha emsin bari...:)" der bir iç çekersiniz...
Emzirme süresince, rahatlıkla başka bir sürü şeyi daha kıyaslama fırsatı bulabilirsiniz ;)
Ya da, muhabbete başlayıp o kısacık zaman dilimine, diş sayısı, dışkılama sıklığı, uyku düzeni, iştahı, vb. onlarca konuyu sığdırabilirsiniz. İnternette bile bulamayacağınız deneyimler, sohbetler, canlı karşılaştırmalar!! ve tabii bir sürü komik hikayeler:)))

Bir keresinde, bir bebek bakım odasında Yiğitin altını değiştiriyorum... Daha iki aylık ve hatırı sayılır şekilde kaka yapmış. O zamanlar ishal konusuna takıntım var, doktordan da almışım bilgiyi: kaka rengi yeşile dönerse, yapışkan görünürse ve kötü kokarsa sıkıntı var demek... Böyle koklayıp dururken alışmışım, her seferinde iyice gözlemliyorum, kokluyorum, kokluyorum, kokluyorum...:) Bu arada sadece anne sütü ile beslenen bebeklerde kaka hiç de kötü kokmaz, aksine bence enfes kokar.. İşte böyle bir trans halindeyken biri girdi içeri ve bana bakakaldı. Hiç istifimi bozmadım, devam ettim ve sonra herşey normalmiş gibi kadının yüzüne bakıp gülümsedim. Kadın dayanamadı:
- Pardon ama neden öyle derin derin kokluyordunuz bezi?? 
Cevabım tabii ki hazırdı, ne yani alışkanlık oldu koklamadan duramıyorum mu diyecektim:)
- Aaa hanımfendi, tam ishal mevsimi dikkat etmek lazım. Kakayı, rengini, yapısını, kokusunu hep kontrol edin... Geç olmasın sonra aman dikkat!!!
Gülümseyerek odadan çıkarken arkamda deriin derin çocuğunun kakasını koklayan bir bayan bırakmıştım:))) 
Hayır pişman değilim, bence yine de iyi bir nasihatti bu...

Sonuçta, bu kadar çok anneyi bir arada bulabileceğiniz, canlı canlı deneyimlerinizi paylaşabileceğinz başka bir  alan yoktur, iyi değerlendirmek lazım.
Anne adayları, bu odaları bir kez görmeden doğurmayın, size de staj olur;)
Sevgilerimle...

9 Nisan 2015 Perşembe

Kapuska: Bir Kış Güzellemesi


Malum kışın biteceği yok...

O zaman tadını çıkarmaya devam etmek gerekir :)

Bu yazıyı şu an okumaya devam ediyorsanız sizi gönülden tebrik ettiğimi bilin. Başlıktaki "kapuska" kelimesi okuduktan sonra olanca hızıyla sayfadan çıkan birsürü kişi olduğuna eminim.

Onlar kolay olanı tercih edenler..

Herkes bilir et yiyip mutlu olmasını, herkes kolayca pişirir eti, köfteyi!

Ama marifet kapuskayı pişirmek, sonra da onu yiyip mutlu olmakta :)

Evet öyle çok seveni yoktur. Dolma, salata, turşusu daha çok tercih edilir. Evdekilere -kapuska yaptııımm!! dediğinizde derin bir sessizlik olur.. Ama ben gerçekten çok severim. Bazı sebzeler vardır ki tadından bağımsız yediğim zaman kendime çok büyük iyilik yaptığımı düşündüren... Lahana da bunlardan biri, bu sebepten  kapuskaya da  motivasyonum çok yüksek :)

Size de tavsiye ederim, kapuska iyidir hele benim gibi sucuklu pişiriyorsanız mükemmeldir :))) Ve işte tarifi...

Malzemeler:

-          Küçük boy kapuskalık lahana (Daha gevşek, büyük yapraklı ve oval lahanalar dolmalıktır, sıkı ve yuvarlak olanlarını tercih etseniz daha iyi olur)
-          Bir büyük soğan
-          Yarım çay bardağı pirinç
-          2 yemek kaşığı salça
-          Sucuk (yarım yada çeyrek kangal olabilir- tamamen keyfinize göre)
-          Sıvı yağ, tuz

Hazırlanışı:

-          Soğanları küp küp doğruyoruz ve sıvı yağda kavuruyoruz
-          Salçayı ilave edip kavurmaya devam ediyoruz
-          Doğranmış lahanaları ekleyip bir miktar kavuruyoruz.
-          Son olarak küp küp doğranmış sucukları, pirinci ve suyunu, tuzunu koyup düdüklü tencerenin kapağını kapatıyoruz. 20 dakika pişiriyoruz.

Önemli Notlar:

-          Suyunu çok koymamaya özen gösterin, sebzelerin üzerine çok çıkmasın.
-          Düdüklü tencerenizin pişerken ne kadar su kaybettiğini de göze alın.
-          Normal tencerede de pişirebilirsiniz biraz daha uzun sürebilir.
-          Yine de ilk denemenizde az miktarda yapın yemeği ağız tadıdır sonuçta, beğenmezseniz ziyan olmasın :)

Ben pişerken küçük arnavut biberlerinden de atıyorum içine ve mutlaka biraz limon sıkarak yiyiyorum. Şiddetle öneririm size de!

Afiyet olsun!




Sütünün Son Damlası


Anne sütü mucizedir...

Senelerce estetik kaygıların konusu olan bir organının bambaşka bir fonksiyonu ile karşılaşıyorsun çünkü... Tamamen kontrolün dışında bir mekanizma işliyor bu süreçte. Orada, içerde birşeyler oluyor hissediyorsun ve sen sadece üzerine düşeni yapıyorsun. Bebeğinle karşılaştığın ilk andan itibaren, en idealinde 2 yaşına kadar...

Anne sütünü desteklemek tüm ülke otoritelerinin önde gelen politikaları arasında. Bu politikaların bir parçası olan doğum ve süt izninde ise maalesef dünya çapında ortak bir uygulama yok.
Ve çalışan bir anneyseniz eğer, evet anne sütü gerçekten bir mucize! 

- Bir elinizde laptop diğer elinizde süt sağma makineniz koşturup durursunuz ofiste...

- İki toplantı arasında süt sağıp, hızlıca biberonları sterilize edeyim derken sağdığınız sütü dökmeniz ya da kaynamış su ile elinizi yakmanız çok muhtemeldir (ben çok yaktım elimi..)

- İki toplantı arasını kaçırdınız mı, sağamadınız mı? Eyvah, içim gıcıklandı bak şimdi !!

- Hele bir de ofis dışı toplantılarınız çoksa, önce gittiğiniz mekanın mutfak sorumluları ile samimiyet kurmanız gerekir. Zira, sütleri koyacak bir dolaba ve temizlik için kaynar suya ihtiyacınız vardır.

- Tabi bir de akşama bebeğinize içireceğiniz o sütü başkasının eline bırakma hissi !!

- Uçak ile seyahat sırasında, her X-ray geçişinde elinizdekinin anne sütü olduğunu tekrar tekrar açıklamak durumunda kalırsınız.

- Birkaç günlük seyahatlerinizde ise muhafaza edemeyeceğiniz için, içiniz yana yana dökersiniz o sütleri :(

- Sütüm olsun da, katlanırım bütün bunlara diye telkin edersiniz kendinizi, annesiniz siz!

- Ama hala kadınsınızdır ve bastırmaya çalışsanız de görsel kaygılarınız hep vardır.

Evet bunları yaşadım ama yine de  şanslıydım, bir emzirme odasına, sıcak suya, buzdolabına erişimim vardı. Anne bebek dostu bir işyerinde çalıştım. 2 yaşına kadar olamadı  ama Yiğit beni bırakana kadar ben onu bırakmadım. 

En uygun çalışma ortamında bile hiç kolay değildir,  bebeğinle berabermiş gibi süt verme disiplinini sağlamak ve aylarca sürdürmek. 

Ama o kadar çok anne var ki etrafımda doğumdan 3 ay sonra çalışmaya başlayan ve canla başla son damlasına kadar sütü için çabalayan...

İşte bu yazı onlar için...

 

3 Nisan 2015 Cuma

Bir Akşam Yemeğinin Sahne Arkası!

Klasik bir cuma akşamını yaşadığımı sanıyordum.
Akşam 6'da eve adım atmış önce cevaplanmayı bekleyen bir takım mailleri cevaplamış ve sonrasında da mutfağa girerek akşam yemeği hazırlıklarına başlamıştım.
Durum sandığım kadar da iç açıcı değildi.. Hafta başında pişirdiğim yemekler neredeyse bitmiş, hafta içi annemden getirdiğim dolmaların çoğu eve temizliğe gelen hanım tarafından haklı olarak yenmişti.


Yorgundum, yemek pişirmek gözümde büyümeye başlamıştı. Acaba sipariş mi verseydim? Yok, vazgeçtim. Tabii ki hızlıca birşeyler hazırlayabilirdim, oğlum ev yemeği yemeliydi bu akşam. Hem belki ortaya güzel bir şeyler çıkarırsam bloguma da koyabilirdim. En hızlı ne olabilirdi?
Mantar Çorbası ve Fırın Poşetinde Sebzeli Tavuk !

Bundan sonrası için bir uyarı yapmak istiyorum. Sizi bu yazıda, özel açı ve filtre ile çekilmiş şaheser yemeklere ait fotoğraflar beklemiyor. Bazen olur ya hiçbirşey yolunda gitmez, sevgi katmadığınızda zorla yaptığınızda her türlü aksaklık olur? İşte öyle bir akşamın bilançosunu paylaşıyorum.

Yemek tarifleri paylaşan blog sahiplerinin fotoğraflamadıkları, sakladıkları  sahne arkası görüntüler..
Asla paylaşmadıkları hatalar... Hepsi burada :)

Yeşil Soğanlı Kremalı Mantar Çorbası

Tadı ve aroması nispeten az olan kremalı çorbalarda hep bir teşvik edici ilaveye ihtiyaç duyarım: baharat, ot vb. Kremalı mantar çorbasını pişirmeye başlarken de üzerinde bolca ince kıyılmış yeşil soğan ve dereotu hayal ettim.

Ve işte malzemeler:
300 g kıyılmış mantar
3 yemek kaşığı un
1/2 paket krema
1 kaşık tereyağı ve sıvıyağ
2 dal ince kıyılmış yeşil soğan ve bir tutam dereotu
Tuz

Yapılışı:
Kıyılmış mantarları sıvı yağda biraz kavurup üzerine 1 litre su ekleyip, kaynamaya bırakıyoruz.
Ayrı bir tavada 3 kaşık unu tereyağ ve sıvı yağ karışımında kavuruyoruz.
Kavrulmuş unun üzerine  soğuk su yerine kaynar su ilave edip bir de hızlıca karıştırmazsanız, topaklardan kurtulmak için benim gibi blendır kullanmak zorunda kalıyorsunuz!! :) 


Sonrasında bu karışımı kaynamakta olan mantarlarla birleştirip tuzunu ekliyoruz. Kapatmaya yakın kremayı ekliyoruz ve kıyılmış yeşil soğan ve dereotu ile servis yapıyoruz.
Topaklanan un karışımına rağmen ekstra müdahale ile hem tadı hem de görüntüsü iyi bir çorba ortaya çıkarabilmiştim.



Fırın torbasında tavuk tarifine gelince....,  tabii ki vermeyeceğim :)
Tek bir püf noktası var, fırın poşetini fırına koymadan önce birkaç yerinden küçük delikler açmak.. Açmadığında ne mi oluyor? Balon gibi patlayıp aşağıdaki gibi oluyor ve doğal olarak pişmesi içi daha uzun süre bekleniyor :((


1 saat sonra öyle ya da böyle yemeklerim hazırlanmış ve sofram kurulmuştu. Buradan sonrası işin en zevkli tarafı tabii. Yemekler yenecek, kayda değer olanların blog için fotoğrafları çekilecek.. Peki ya mutfak??  O ne olacak?  Onu kim temizleyecek?


Cuma akşamı, haftanın yorgunluğu ile dağılmış bir anne, aksaklıklarla dolu bir yemek pişirme serüveni ve viran bir mutfaktan daha kötü ne olabilir dersiniz?
Hazırladığım yemekleri yiyemeden, minik oğluşumun akşam yemeğini pas geçip, koltukta derin uykuya dalmış olması !!! 

Tatlı rüyalar bi'tanem... :(((

1 Nisan 2015 Çarşamba

Sade Poğaça Tadında Bir Hayat


Farkında mısınız, ne kadar fazla mesaj var etrafımızda sadeleşmeye yönelik? Ne kadar fazla sinyal alıyoruz çeşitli kaynaklardan, sadeleşin, azalın, rahatlayın diye..
Bir arkadaşımın önerisi ile buna dair bir kitap almıştım Yiğitin 2 yaş krizi döneminde, “Daha Sade Bir Hayat” Yazarları Kim John Payne ve Lisa M.Ross. Zevkle okudum, o dönemde büyük oranda uyguladım..Temelinde çocuğun hayatını yavaşlatmaya, etrafındaki uyaranları azaltmaya yönelik ipuçları veriyordu. Aslında en kolayı çocuğun odasından başlamak, odası ve oyuncaklarını sadeleştirmek. Ona yetecek birkaç parça gelişimine ve duygularına uygun oyuncak o kadar yeterli ki, fazlası hem çocuğu hem de ebeveyni yoruyor ve strese sokuyor.. Tabi bu oyuncak elemesini onun haberi olmadan yapmak daha kolay oluyor. Belirli zamanlarda kenara ayırdığınız oyuncakları dönüşümlü olarak çocuğa verdiğinizde, inanın oyuncakları daha kıymetli oluyor :) Bir diğer konu, onu kendi günlük yoğun temponuza uydurmaya çalışmaktansa sizin olabildiğince ona uyması...  En azından onunla geçirilen zamanlarda hızınızı ve uyaranları TV, reklamlar , telefon vb azaltın. Beslenme düzeninde bile sadeleşmeye gidebiliyorsunuz. Düzenli ve öngörülebilir öğünler hazırlayarak hem siz yıpranmıyorsunuz hem de çocuğu yormuyorsunuz. Hele ki bu kadar düzenli giden sisteme arada sürpriz dışarı yemekleri koyduğunuzda çocuğunuza tam bir sürpriz yaşatabiliyorsunuz. Son olarak, gününüzü planladığınız ve onun beklediği doğrultuda yaşamaya özen gösterin. Sizin sebep olduğunuz hayal kırıklıkları, onların üzerinde büyük bir stres yükü olabiliyor... Çalışan bir anne olarak bu son cümle hep içimi acıtır :(((

Ben bu yeni bilgininin heyecanını yaşarken, aslında etrafta sadeliğe yönelten ne kadar çok mesaj olduğunu gördüm; mimaride, ekonomide, sosyal yaşamda farklı fikir liderleri tarafından söylenen aynı sözler... En dikkat çekicilerinden biri, aslında çok yeni olmasa da son zamanlarda yine medyada yer bulan Dave Bruno’nun “100 Thing Challenge” (100 Eşya ile yaşamak) akımı. Fazlalıklardan kurtulun, yeni fazlalıklardan kaçının ve yaşam önceliklerinizi tekrar gözden geçirerek değişikliğe gidin. Benim dilimde, alışverişi azaltın, yeni şeyler almayı reddedin, sadeleşin...
Her haftasonu “büyük, çok büyük” hediye bekentisi olan bir çocuk hayal edin. Oyuncakçıda, kutu ne kadar büyükse, ne sıklıkla oyuncak sahibi oluyorsa o kadar mutlu olan ya da öyle olduğunu sanan ve her geçen gün doyumsuzlaşan?  Bu yeni büyük  oyuncak yerine, hep birlikte yeni bir oyun yaratmak, çiçek ekmek, bahçe sulamak, takip edebileceği ve eğlenebileceği sorumluluklar vermek,  AVM’lerde zaman öldürmek ve oyuncakçılara direkt maruz kalmaktansa biraz daha doğayla iç içe olabilmek... Biraz daha onunla birlikte olabilmek.. Ona tekdüze ve sakin bir huzur vermek? 

Bu kadar yazdım anlattım ama atalarımız bu olayı çoktan bitirmiş zaten  “Azıcık aşım kaygısız başım” lafı ile.. Bizse tatmin olmayıp global yeni referanslar peşinde koşuyoruz. Sadeleşelim derken acaba yine mi karışıyoruz?  :)


Editörün Notu:)
Neredeyse unutuyordum, peki neden bu yazının başlığı "sade poğaça tadında hayat"?
Geçen gün  Yiğitle kahvaltı için poğaça almaya gittik. Oğluma sordum büyük bir telaşla neyli istiyorsun oğlum? Kıymalı, Otlu, Peynirli, Patatesli... diye sayarken ben,  ne dedi benim kuzum biliyor musunuz?
-Sadesiz istiyorum ben anne...!!??